Cahit Sıtkı Tarancının şeirlərindən seçmələr

ANNE NE YAPTIN

Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı?
Sanki karnında fazla yaramazlık mı ettim?
Senden istemiyordum ne tacı, ne sarayı;
Karnında yaşıyordum, kafiyfi saadetim.

Bir kere doğurdunsa, sonra niçin büyüttün
Kundakta, beşikte de bir zahmetim mi vardı?
Koynundan niçin attın yavrunu bütün bütün?
Bilmiyor muydun ki o yalnızlıktan korkardı.

Sütünden tatlı mıdır, anne, sanki bu hayat?
Bana sorsana anne yaşamak bir hüner mi?
El aç, yalvar gündüze, geceye boyun uzat.
Bu uğurda bir ömür çürütmeye değer mi!

Karnında yaşıyordum, kafiydi saadetim.
Senden istemiyordum ne tacı, ne sarayı;
Sanki karnında fazla yaramazlık mı ettim?
Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı?

ÖLÜMDEN BETER

Bütün güzelliğiyle gece çırılçıplaktı;
Yıldızlarıyla sema gül dolu bir kucaktı,
Dünya saadet tüten neşeli bir ocaktı.
Bütün güzelliğiyle gece çırılçıplaktı;
Ve Bir ses; «-Bülbül böyle bir gece öter!» dedi.

Bir gelin odasıydı;altın, gümüş şamdanlar;
Kızı süslemek için itişip kaışanlar;
Tebessüm fısıldayan gözlerle bakışanlar.
Bir gelin odasıydı;altın, gümüş şamdanlar;
Bir siyah perde indi, aynı ses “Yeter!” dedi.

Koynunda fakat neden, neden bu tatsız vücut?
Her busesi diken, can alıcı bir “Umut!”
Bu mudur bana Rabbim, bu mudur bana mev’ut?
Koynumda, fakat neden, neden bu tatsız vücut?
O ses bana!”-Vay, halin ölümden beter!” dedi.

SARAYIMIZ

Sana öyle bir saray yaptırmak isterim ki
Bir eşi henüz daha yapılmamıştır belki.
Henüz keşfedilmemiş, mechul kalmış bir ada
Gibi sahilden uzak, dalgalar arasında
Bir saray, hem vücudun gibi beyaz mermerden;
Sema, deniz ve güneş girer pencerelerden.
Ve pencere camları gözlerimin renginde,
Mis kokusu duyulur bu sarayın içinde.
Bu sarayın içinde her şey güzel, temizdir,
Çünki her şey aksimiz veyahut gölgemizdir.
Burda yalnız biz varız, ne inler ne de cinler,
Yanan alınlarımız yalnız burda serinler.
Cenneti bulmuş gibi bu sarayın içinde
Ellerin saçlarımda ve başım dizlerinde,
Her şeyden, her insandan, bütün dünyadan ırak,
Ta içimizden gelen bir ahenge uyarak,
Ve bu ahenkle sarhoş, ister misin sevgilim,
Hiç sonu gelmeyecek bir ömür geçirelim?

ÖMRÜMDE SÜKUT

Çıngıraksız, rehbersiz deve kervanı nasıl,
İrekli mallarını kimseye göstermeden,
Sonu gelmez kumlara uzanırsa devamlı
Ömrüm öyle esrarlı geçecek ses vermeden.

Ve böylece bu ömür, bu ömür her dakika,
Bir buz parçası gibi kendinden eriyecek.
Semada yıldızlardan, yerde kutrlardan başka,
Yaşayıp öldüğümü kimseler bilmeyecek!

GÜNEŞE AŞIK ÇOCUK

Camlar arkasında görünen çocuk,
Eliyle güneşi gösterir durur.
Camlar arkasında düşünen çocuk,
Hırsından, camlara yumruk savurur.

Camlar arkasında bekleyen çocuk,
Üç mevsim, güneşin seyrine dalar;
Ve kışın güneşi özleyen çocuk,
Diliyle, buğulu camları yalar.

Güneşe kavuçabilmek'çin çocuk,
Gündüzün boş yere çırpınır durur.
Nihayet, nihayet geceleyin çocuk.
Koynunda güneşle beraber uyur.

SEN DE HER ŞEY GİBİ

Sen de, her şey gibi, yakınımda iken,
Sen de oluyorsun gözlerimde diken.
Git, git benden uzak, uzak bir yere git;
Ne olur, içimde her zaman bir ümit,
Her uzak şey gibi öyle yalnız hayal,
Yalnız rayiha, renk, şarkı halinde kal.

BENİ KISKANAN ÖLÜLER

Nedir ki, bu kurt gibi yer
Sizi her an için için,
Ey hatırası benim'çin
Daima aziz ölüler?

Ardında saklandığınız
Eşyaya sinmiş o gizli
Bakışlarınızdan belli
Günümü kıskandığınız.

Gün benim olmuş ne çıkar,
Ne çıkar kıskanç ölüler,
Benim’çin açsa da güller;
Bana da bir gün ölmek var.


BİR ÖLÜNÜN RÜYASI

Duvarlar, geceler ve yıllar aşarak,
Bir ses uzanıyor eski bir bahardan…
- Açtı güller gibi renk ve kokulardan.
Bütün hatıralar bende yaprak yaprak…

Bir ses ki bir zaman benim sesim olmuş,
Bir ses ki sevdiğim mısra-ı berceste…
Gençlığım ve aşkım, asıl ben bu seste…
Bilsem şimdi bu ses hangi bahçede kuş?

ÖLMÜŞTÜM

Günüm gelmiş, saatim çalmıştı nihayet.
Ölmüştüm, kabrinde unutulmuştu ceset;
Zulmette böcekler eczasını yiyordu.
Ve alışılmamış bir günün seherinde,
Ruhum bir atlı gibi dörtnal gidiyordu,
Yemyeşil uzanan sükun vadilerinde.

ÖLMEK İSTEMEYEN ADAM

Ölmek istemeyen adamdı;
Ellerini koparamadılar
Güneşte kızarmış elma dalından;
Yoldan çeviremediler
Gölgeli asfaltta uçan ayaklarını;
Avcı çıkmadı nişan alacak
Mavi göklerle dolup taşan gözlerine;
Ve altın yapraktı rüzgarda başı,
Seyyareden seyyareye savrulan.
Lakin durmuştu nabzı,
Rapor verdi belediye doktoru
Öldüğüne dair.

BEN ÖLECEK ADAM DEĞİLİM

Kapımı çalıp durma ölüm,
açmam;
Ben ölecek adam değilim.

Alıştım bir kere gökyüzüne;
Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar.
Sıkılırım,
Kuşlar cıvıldamasa dallarında,
Yemişlerine doyamadığım ağaçların,
Yeğmur mu yağıyor,
Güneş mi var,
Farketmeliyim
Baktığım pencereden.
Deniz görünmeli çıksam balkona.
Tamamlamalı manzarayı
Karlı dağlarla sürülmüş tarlalar.
Ekmekten olamam doğrusu,
Nimet bildiğim;
Sudan geçemem,
Tuzludur teneffüs ettiğim hava.
Ya nasıl dururum olduğum yerde,
Öyle upuzun yatmış,
İki elim yanıma getirilmiş,
Hareketsiz,
Sükuta ramolmuş;
Sanki devrilmiş bir heykel?
Ellerim ne der sonra bana?
Soğumuş kalbime ne cevap veririmi?
Utanmaz mıyım ayaklarımdan?

Kalkmalıyım,
Dolaşmalıyım,
Sokaklarda, parklarda.
El sallamalıyım
Giden trenlere,
Kalkan vapurlara.
Bilmeliyim,
Gölgelerin boyundan,
Saatin kaç olduğunu.
Islık çalmalıyım.
Türkü söylemeliyim
Yol boyunca,
Keyfimden ya hüznümden.
Geçmiş günlerimi hatırlamalıyım,
Dalıp dalıp akarsuya,
Hayaller kurmalıyım,
Güzel geleceğe dair.
Yanımdan geçenler olmalı,
Selam almalıyım;
Robenson’u düşünmeliyim,
Garipliğini:
Şükretmeliyim
İnsanlar arasında olduğuma.
Nedir ki eninde sonunda ölüm?
Ayrı düşmek değil mi aşinalardan?
Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.

BİZİMKİLER

Nereye böyle bulut abla?
Az bekle, beraber gideriz;
Ben de buralı değilimdir.

Mahzun durursun ağaç kardeş?
Galiba şikayet rüzgardan!
Anlaşıldı dert ortağıyız.

Öyle ne daldın leylek amca?
Efkarın mı var akşam akşam?
O halde benden sayılırsın.

Mademki hep aşina çıktık,
Bir alem yapsak mı dersiniz?
Her zaman bulunmaz bu mehtap!

GÜN EKSILMESİN PENCEREMDEN

Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül, Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!

YALNIZLIĞIMIZ

Koskoca Tanrı gökler ardında,
Beyler, paşaları saltanında,
Birçokları sefalet katında,
Mecnun’u, Leyla’sı ki hayatında?
Ya ölüler serviler altında?

OTUZ BEŞ YAŞ

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost büldiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmine baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal çeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikce artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze?Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

ne pervam var elemden
ne dinleyen var kesemden
ahenk ahenk söylerler
cahitsıtkının şiirlerinden